Pages

Qereqoçani

Qereqoçani
Qereqoçani

Bediüzzaman Said NURSİ'nin Uhuvvet(Kardeşlik) çağrısı.(3) Bu çağrıya değil sadece Türkiye, bütün İslam alemi kulak vermelidir. -devam edecek-

14 Şubat 2014 Cuma

1
Yani, "Dünya öyle bir metâ değil ki bir nizâa değsin." Çünkü, fani ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın. Hem demiş:
2
Yani, "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."  5
Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum."
Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, manevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu mektubun bu mebhasını yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.
Câ-yi dikkat bir hadise: Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm,
3 dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.
BEŞİNCİ VECİH: Hayat-ı içtimaiyece, inat ve tarafgirlik gayet muzır olduğunu beyan eder.

Eğer denilse: "Hadiste,   
  4 denilmiş. İhtilâf ise
tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı, mazlum avamı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avamı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder."
Elcevap: Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise -ki garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır- hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.
İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârane, nefs hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona —hâşâ— lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.
Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfuruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahittir.
Elhasıl:  1       olan desatir-i
âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır. Evet,
  demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder.
Câ-yı ibret bir hadise: Bir vakit, İmam-ı Ali radıyallahü anh bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: "Neden beni kesmedin?" Dedi: "Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim." O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve halistir; o din haktır" dedi.
Hem medar-ı dikkat bir vakıa: Bir zaman bir hakim, bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u ilâhî hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.
Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hâl bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.
Medar-i ibret bir hikâye: Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde, Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adaveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def edinceye kadar dahilî adaveti hatırlarına getirmezlerdi.
İşte ey mü’minler!... Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı! O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar, birbiri içinde
size karşı zararlı bir vaziyet alan birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehadis-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."  3
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı

 1  kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,

 2  düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.
ALTINCI VECİH: Hayat-ı maneviye ve sıhhat-i ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünkü, vasıta-i halâs ve vesile-i necat olan ihlâs zayi olur. Zira, tarafgir bir muannid, kendi a’mâl-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen livechillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte, ef’al ve a’mâl-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adalet, husumet ve adavetle kaybolur. Şu Altıncı Vecih çok uzundur. Fakat kabiliyet-i makam kısa olduğundan, kısa kesiyoruz.











Senai DEMİRCİ de Cemaat'in Hışmına uğradı.Erdoğan'a taraf olunca bertaraf edildi.

13 Şubat 2014 Perşembe

Fethullah Güleni eleştirdim ambargoya uğradım
Senai Demirci: İnsanın ve ülkenin iradesini çalmak da bir tür yolsuzluktur. 




İsa Tatlıcan'ın röportajı:

Senai Demirci, 17 Aralık operasyonu sonrasında Gülen Cemaati’nin ambargo uyguladığı yazarlardan biri. Kitapları ve konferansları ile yüzbinlere ulaşan Demirci ile ambargoyu ve Gülen Cemaati’nin geleceğini konuştuk.

Senai Demirci…
Tıp doktoru, yazar, radyo ve TV programcısı, seslendirme sanatçısı ve Risale-i Nur talebesi…15 yıldır aralıksız verdiği konferanslarla yüzbinlerce insana hitap ediyor.
Bir dönem Zaman Gazetesi'nde de yazarlık yapan Senai Demirci, geçtiğimiz günlerde sürpriz bir kitap ambargosuna maruz kaldı.
Gülen Cemaati'ne yakınlığı ile bilinen kitap satış ve dağıtım şirketi, Senai Demirci'nin bütün kitaplarını dağıtmama kararı alarak raflardan kaldırdı.
Bu kararın ardından uzun bir süre sessizliğe bürünen Senai Demirci ile umre dönüşü kitaplara yönelik ambargoyu, 17 Aralık operasyonunu, siyaset-vesayet kavgasını ve çözüm önerilerini konuştuk.
CEMAAT BİZDEN YÜZDE YÜZ İTAAT BEKLİYOR
Risale-i Nur geleneğinden gelen bir yazarsınız. 20 yıldır kitaplarınız yayınlanıyor. Bir dönem Zaman Gazetesi'nde de yazarlık yaptınız. Gülen Cemaati'nin size yönelik kitap ambargosunu nasıl karşıladınız?
Şaşırmadım çünkü bu beklenen bir şeydi. Biz zaten 20 yıldır yazarlık yapıyoruz. Burada arkadaşlarımızın çok hassas olduğu konular vardı. Onlardan bir tanesini ihlal ettiğimizde hep o uyarı zihnimizdeydi. Kitaplarla ilgili kaygı hep oldu. Bu yüzden şaşırmadım. Çünkü yüzde yüz itaat, yüzde yüz onların yanında olmak mümkün değil. Yüzde yüz karşılarında olmak mümkün olmadığı gibi…
-Kitaplarınıza yönelik ambargonun nedenini öğrenebildiniz mi?
Cemaatin kırmızı çizgisi Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hiçbir şekilde eleştirilmemesidir. Bence eleştiriyi herkes hak ediyor. Bu eleştiri iması bile çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor.
ERDOĞAN'I DESTEKLEYEN BİR TWEET ATTIM AMBARGO İLE KARŞILAŞTIM
-Sanıyorum cemaatten gelen ilk tepkiler 17 Aralık operasyonunda iktidar partisine destek vermenizle başladı.
17 Aralık sürecinden sonra Twitter üzerinden daha çok aktif oldum. Bunun yolsuzluk perdesi altında bir darbe olduğunu söyledim. Cemaat adına yürütülen tavrın yanında olmadığımı açıkça söyledim. Tarafım bellidir ama ben taraftar değilim. Ben ülkenin özgür iradesi ile seçtiği Başbakan'ı, iradesini ve yetkisini nerden aldığı belli olmayan, kimlerle ittifak ettiği henüz açıklanmamış birilerinin karşısında savunmak durumundayım. Çünkü bu benim irademin meyvesidir. İnsan da zaten iradesi ile şereflidir.
-Ambargodan sonra cemaatle görüştünüz mü?
Yayınevi görüştü. İlk önce bu kararlarını biraz müphem bildirdiler. Sonra doğru mu diye teyit etmek için aradığımızda böyle bir kararın alındığını öğrendik. NT mağazalarında "o yazarın bütün kitapları çıkıyor" denilmiş. Böyle bir mutlak yasak sözkonusu…
CEMAAT KURUMLARI ŞAHISLARIN DEĞİL MİLLETİN MALIDIR
-Peki Cemaatin kitap satış ve dağıtım şirketi istediği kitabı satmakta özgür değil mi?
Şöyle düşünebilirler. Bu bizim mülkümüz. İstediğimizi satarız, istediğimizi satmayız. Tam da mesele bu aslında. Cemaatin oluşturduğu markalar cemaate ait değil, halka aittir, millete aittir. Kimse Yok mu Derneği bir markadır. Bunu biz birlikte oluşturduk. Ben de Kimse Yok mu Derneği'nin yeleği ile Van depreminde çalıştım. NT de öyledir. Orada satılmaya değer kitaplar yazdık ve birlikte oluşturduk bu markayı. Marka değeri kayboluyorsa hepimiz kaybediyoruz.
MİLLİ İRADE HIRSIZLIĞI DA BİR TÜR YOLSUZLUKTUR
-Genelde bu tür açıklamalardan sonra yolsuzlukları mı destekliyorsun diye soruluyor...
Ben şöyle bir ironik cümle kullanıyorum: "Yolsuzluğa karşıyım, insan iradesi çalınmamalı." Bir şablon kelime var. Biz ne zaman bu müdahaleye karşı dursak, taraf olmadığımızı belirtsek arkadaşlar sen yolsuzlukla yan yana mısın? Yolsuzlukları onaylamadığımız belli. Madem öyle gelin şöyle bir cümle kuralım: İnsanın ve ülkenin iradesini çalmak da bir tür yolsuzluktur.
SONUCUN BÖYLE OLACAĞINI BİLSELERDİ OPERASYON YAPMAZLARDI
Gelelim 17 Aralık operasyonuna. Cemaati yakından takip ediyorsunuz. Sizce neden bu kadar siyasallaştı?
Muhtemelen bu savaşta kazanacaklarına inandırıldılar. Çok iyi inandırılmış olmalılar ama ibre şu anda benim gördüğüm kadarıyla onların lehine değil. Bugün gördüklerini belki baştan görselerdi beklerlerdi. Bu saldırı nasıl oldu, ne onları tetikledi, bunu çözmesi çok zor. Bütün bunları konuşurken ince bir noktaya da dikkat etmek lazım. Cemaatin hesap adamları ile cemaatin tabanındaki samimi insanları karıştırmamak lazım.
BU TAVIR CEMAAT İÇİNDE DE SORGULANIYOR
-Peki cemaat tabanı sizce 17 Aralık operasyonu ile bu kadar ilişkilendirilmekten rahatsız mı?
Cemaatte rahatsızlık olmaz mı, elbette var. Marka değerini hızla kaybeden bir kurumun içerisindesiniz. İnsanların gözünden düşüyorlar, o yüzden uyarmak ihtiyacı hissediyorum. Yukarıdaki hesap ne ise yükü en çok taban çekiyor. Mesela burs kotasını tamamlayamamış, depresyona düşmüş esnaflar gördüm. Ya da dergi, gazete abonesi toplayamamış, başarılı olamamış üzüntü ile terapiste giden, hayatının anlamını sorgulayan insanlarla karşılaştım.
BEDDUA İLE "BU PROJENİN ARKASINDA BEN VARIM" DEDİ
-Beddua videosunu izlemişsinizdir mutlaka. O videoyu izlerken ne hissettiniz?
Beddua videosunun varlığı ve yayınlanması, operasyonun failinin Fethullah Gülen Hocaefendi olduğunun belgesi haline geldi. Türkiye'de yolsuzluktan dolayı farklı farklı gerekçelerle bir sürü insan bir araya getirilince anlıyorsunuz ki bu projeymiş. Beddua videosu, proje sahibinin Fethullah Gülen ve Pensilvanya olduğunun belgesi haline geldi.
-Cemaat geleneklerinin dışına çıkarak ilk kez beddua videosu ile siyasi iktidara savaş açtı. Bu büyük bir risk değil mi?
Cemaat aslında hep saklanır, Fethullah Hoca hep tedbirlidir. Tedbir orada yoktu. Belki de ilk defa tedbirsiz ve olduğu gibi siperden meydana çıkma teşebbüsüydü o. Siperden meydana çıkarsanız ya yeneceğinize çok ciddi inanmışsınızdır ya da yenilecekseniz geri dönüş yoktur.
-Sizce bu kavganın sonunda ne olur? Siyaset mi kazanır sivil vesayet mi?
Siyaset millet iradesidir. Onun kazanması gerekiyor. Yani bir sivil toplum kuruluşu siyaset üzerinde sandık dışı bir takım baskı haklarına sahiptir. Buradaki sorun siyasi "erk"in yanında ya da karşısında durmanız değil yerine geçmeye çalışmanızdır. Gayrımeşru olan budur. %50 ile seçilmiş bir Başbakan var. Bunun da seçime kadar yolu var. Bu bizim irademiz bizim namusumuzdur.
MUHALEFET PARTİSİ LİDERİ GİBİ DAVRANMAK GÜLEN'E KAYBETTİRİR
-Bu kavganın sonucunda bir uzlaşma ihtimali görüyor musunuz?
Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan'ı aynı kefeye koyup kıyaslama hakkımız yok. Tayyip Erdoğan'ın zemini siyaset. Adını koymuş, seçime gitmiş kazanmış, kaybetmeyi göze almış orada duruyor. Fethullah Gülen'in ya da onun adına konuşanların meydana çıktığı yok. Ayrı bir alanda duruyorlar. Değerlendirmeyi yaparken Fethullah Gülen'i muhalefet partisi lideri gibi görmeye çalıştığımızda en önce Fethullah Gülen kaybeder.
CEMAAT "YA BENİMSİN YA TOPRAĞIN" DİYOR
-Sizce Cemaat bu krizden çıkışta nasıl bir yöntem izlemeli?
Bir bilinç dönüşümü yaşamaları gerekiyor. Kapalı toplumdan çıkmaları gerekiyor. Kapalı toplum olunca hep birbirimizi kandırmaya başlarız.
Cemaatte "Ya benimsin ya toprağın" anlayışını görüyorum. Öyle bir saldırı yapacaklar ki kendileri de kaybedecekler, karşıya da kaybettirecekler. Pirus zaferinde yazdım ben. Komuta şehri alıyor ama aldığı şehirde adam yok. Ordusunda da adam kalmamış. Zaferi kutlayacağı kimse yok. O noktaya gelmez umuyorum…
 

Risale Haber

Most Reading

Tags

Sidebar One