ESKİ SAİD’İN
ESKİMEZ ESERLERİNİ MUTLAKA OKUMAK.
(1)
Dağ meyvesi acı da olsa devadır….
40 yıldır Said Nursi’yi takip eden, ona üstadım diyen, her durumda onun prensiplerine uyan kişilerin Eski Said’in eserlerini okumamasına doğrusu bir anlam veremiyorum. Bu anlayış, Said Nursi hazretlerinin 1920’den önceki düşüncelerinin gayri Kur’ani olduğu mantığını beraberinde getirdiğinden çok, ama çok tehlikelidir.
Dört önemli dönem(Osmanlı, Meşrutiyet, ittihat ve terakki, cumhuriyet) yaşayan Bediüzzaman, her dört dönemdeki hareket tarzları farklılıklar arz eder. Bu da ilcaatı zamanın ve belağatın gereğidir. Tıpkı Resulullah’ın mekke ve medinedeki farklılıklar arzeden tarzları gibi, tıpkı mekkede inen ayetlerin genellikle iman, adalet, ahlak,ahiret vs… içerikli olması ve medinede ise, yukarıdaki meseleler ile beraber farklı olarak sosyal meselelerin anlatılması gibi.
Nasıl ki biz, mekke dönemi bizim için önemlidir, medine dönemi bize lazım değil demiyorsak, Said Nursi hazretlerini de öyle düşünmek lazım.Hiç düşündük mü? Said Nursi hazretlerinin Barla lahikası, Kastamonu Lahikası, Emirdağ Lahikası kitaplarının içerikleri niçin farklıdır. Yani Said Nursi, zaman ve zeminin durumuna göre hareket etmesini bilmiş. Eski Said döneminde siyaset kapısı açıktı ve Said Nursi siyaseti kullanarak dine hizmet etmek istemiştir. Yani insanlar dine meyilli, devleti yönetenler Müslüman olduğu için siyaseti kullanarak dine hizmet etme imkanı vardı. Cumhuriyet döneminde ise, siyasetle dine hizmet etme kapısı tamamen kapandığından o yolda gidilemezdi. Öyle bir dönem ki, imanın esaslarının mahvedildiği ve insanların elması elmas bildiği, camı da cam olarak bildiği halde camı elmasa tercih ettiği bir dönem..….
Bu dönemde yapılması gereken, siyasetten tecerrüd ederek aklı tamamen iman hakikatleri üzerinde yoğunlaştırmak suretiyle Kuran’ın derin hakikatlerine nüfuz ederek dine hizmet etmektir. Fakat siyasetin kullanılabileceği zaman geldiğinde onu din namına kullanmak gerekir. Bütün siyasetler dine alet edilebilir, din hiçbir vecihle siyasete alet edilmez. “Sikke i Tasdik i Gaybi” kitabında 33 ayetin Risale i Nurlara, onun müellifine ve hatta onun talebelerine ve hatta müellifinin doğum tarihine ve tahsile başladığı tarihe, sonra Risale i Nur müellifinin, Kur’anı anlamak için en önemli basamak olan arapça ilmini öğrenme tarihine ve Risale i Nurları yazmağa başladığı tarihe işareti, 14 yaşında iken peygamberimizi rüyasında görmesi ve ondan ilim talep etmesi,16 yaşında iken Cezire’nin bütün alimlerini ilzam etmesi gösteriyor ki eski Said Allah’ın tasarrufu altındadır ve eski Said’in eskimez eserleri okunmalıdır.
Sonra Üstad hazretleri, benim yazdığım bu eserler hatalıdır okumayın demiyor ki, bilakis okunmasını teşvik ediyor. Sonra Bediüzzaman, yeni Said döneminde zaman zaman eski Said aklını takınır.
Örneklendirecek olursak; Divan ı Harbi Örf i eseri için; “yarım asır evvel tab’edilen bu müdafayı şimdi bu asra daha muvafık gördük. Güya o zamandan elli sene sonra bir hissi kablel vuku ile bir nevi ihbar ı gaybi olarak hayat ı içtimaiyeyi alakadar eden çok hakikatlere temas ettiğinden neşredildi. Madem eski zamanda iki defa tab’edilmiş kimse itiraz etmemiş, aynı hakikat bir risaleciktir. Has dostların tensibiyle fakat sıhhatine tam dikkat etmek şartıyle neşredebilirsiniz. Bu risale eski zamandan ziyade bu zamanın tam bir dersi olabilir.”* hiç merak ettikmi? acaba şu Divan ı Harbi Örf i eserinde neler yazılıdır.(sansürsüz haliyle)
Bediüzzamanın eski eserlerinden biri olan Münazarat isimli eserinde, Medresetüzzehra Projesinden bahseder. 55 senedir risale-i nura çalıştığım gibi onun tahakkuku için de çalışmışım demiştir. Risale-i Nuru manevi bir Medresetüzzehra olarak vasıflandırarak, "maddi suretini" de tesis etmelerini talebelerinden istemiştir.
Bu vasiyet, inşallah nur talebeleri ve cemaatlerini bir araya getirerek Medretüzzehra’nın tahakkukuna vesile olacaktır.Zaten tek bir nur cemaatinin bunu gerçekleştirmesi de zor gibi görünmektedir. Baş olan talebelerin enaniyetlerini ayakları altına alıp bir araya gelerek bir dünya projesi olanMedresetüzzehra’yı inşa edecekler.
Yine Emirdağ Lahikası(2);** İşaratü'l-İ'caz'ın birinci cüz'ü ki: Tamamı yetmiş cüz olacaktı. Fakat Risale-i Nur manevî bir tefsir-i Kur'anî olduğu için dedi: Bu zamanda bana daha lüzum var. Öteki cüz'lerinde onlar yazıldı. Evet, İşaratü'l-İ'caz, umum Risale-i Nur'un bir fihristesi, bir listesi ve o nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı i'cazı'l-Kur'an'ın bir menbaı olduğu görünüyor. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar âlimler pek azını anlamışlardı. Fakat kimin eline geçmiş ise, fevkalâde takdir etmiş ve emsalsiz demiş. Dehşetli eski harb içinde, avcı hattında bazen de at üzerinde, îcazdaki i'cazın en ince münasebatını görmek ve onlarla tam meşgul olmak ve koca dehşetli harbin tehlikesi onu müşevveş etmemek ve incimad derecesindeki soğukta, avcı hattında, o incecik i'caz münasebetlerini her şeyden daha ehemmiyetli görmek, Eski Said'in hakikaten hizmet-i Kur'aniyede harika bir fedakârlığıdır. Hattâ Yeni Said'in otuz beş senede bu acib zamanda gazeteleri okumamak ve on sene İkinci Harbi bilmemek, sormamak ve idam niyetiyle hapisliğinde, Kur'an esrarını yazmaktan vazgeçmemek ve bütün tehlikeleri hiçe saymaya nisbeten Eski Said'in o acib vaziyetinde, o dehşetlere ehemmiyet vermeden İşaratü'l-İ'caz nüktelerini yazdığı zaman gösterdiği ilmî ve manevî fedakârlığını Yeni Said'in bu otuz senedeki fedakârlığından daha harika görüyoruz. Bu parağrafdan da anlaşılıyor ki eski Said’in eserleri okunmalıdır.
“Ceridelerde(gazeteler) neşrettiğim umum makalatımdaki(makaleler) umum hakaika şiddetli derecede musırrım(ısrarlıyım). Şayet mazi canibine Asr ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam neşrettiğim hakikatleri aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Eğer müstakbel tarafa üçyüz sene sonra tenkidat ı ukala(akıllar) mahkemesine tarih celpnamesiyle celp olunsam yine bu hakikatleri tevsi(genişletmek) ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla taze olarak orada da söyleyeceğim.(***)”
Gazetelerde yazdığı hakikatlerin doğruluğunu, Hz. Ali’nin, Ömer’in, Osman’ın, Ebubekir’in ve Muhammed Aleyhisselatu Vesselamın bulunduğu bir mahkemede ibraz edecek kadar kendinden emin ve ısrarlı olan üstadın eski eserlerini okumamak kendisine yazık etmektir. Belki istikameti şaşırmaktır. Kaldı ki bu parağraf bütün neşriyatlarda olmasına rağmen niçin atlanıyor? görmezlikten geliniyor… Kişide eğer birazcık insaf ve hamiyet kalmışsa bugünden tezi yok alır kitabı okumağa başlar.
Bir arkadaşımdan sitemle; “Eski Said’in eskimez eserlerini niçin okumuyorsun?”diye sorduğum soruya mukabil aldığım cevap beni çok üzmüştü.“Başımızdaki abi bırakmıyor ki..”
Nereye gitsem şu baş belası kelimeyle karşılaşıyorum. Ne yapalım artık alıştık(!)…
Korkuyorum; ehliyetsizlikle beraber, teşeyyuh veya necâbeti dâvâ edenler, aşâir içinde o rüesâlara kardeşlik dâvâ ederek mîraslarını alsınlar, iki başlı bir belâ kesilsinler. Zîra sizdeki cehâlet-i avrâ ve itaat-i amyâ, ağaiyet ve taş hakküme tenâsuh hükmünü verir. Güyâ ağaiyet suretiyle ölse, efendilik kalıbıyla veyahut teşeyyuh cismiyle veya asilzâdelik şekliyle hayatlanacaktır. İşte, benim maksadım; o meylü’l-ağalık, meyli riyaseti öyle bir öldüreceğim kıyamete kadar haşrolmasın.
Çok söyledim bir kez daha söyleyeyim; insanlar “abim bilir, hocam bilir, şeyhim bilir, ağam bilir, liderim bilir, papazım bilir, başbakanım bilir….anlayışından kendilerini kurtaramadığı sürece hakikate nüfuz etmesi, hakkı hak olarak bilmesi ve batılı tanıması çok zor olacaktır.
Kur’anın 6666 ayetini delil getirsen, senin hocan bu konuda yanılıyor desen de, vatandaş “hocam bilir…”deyip işin içinden çıkıveriyor. Hocasını,cemaatini,mezhebini,tarikatını dinin yerine ikame ediyor. Farkında olmadan Kur’an dan üstün tutuyor. Bu bir vahşettir….
Kaldıki; Kuran’ı Kerimde;”ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin, sizden olan ulul emr’e…de.” Bu ayeti tefsir eden bir alim, Ayet Allah ve Resulünden bahs ederken itaat edin kelimesini kullanıyor, fakat ulul emr kelimesini kullanırken de atıfını kullanması alimlerin, yöneticilerin, liderlerin yanlış yapabileceklerini söylemektedirler.
“Elhubbu fillah yerine, elhubbu fil cemaati” doğru değil. Allah’ın hatırını nefsin hatırına feda etmek hüsrandır. Üstad kendi cemaatinde olmadığı halde Şeyh Ziyaeddin’i sevmesi taktir etmesi “kunu lillah” dersini vermek açısından önemlidir.
Halbuki Bediüzzaman; "Üstadınız layuhti değil,onu hatasız zannetmek hatadır.Kim benim hatamı söylerse Allah razı olsun diyeceğim" diyor.
Ve yine Bediüzzaman; “ Eğer Said dahi Risale-i Nurun aleyhine dönse beni de tanımayınız” der. Bediüzzaman’dan ders almış bir talebesi olarak İzzeddin YILDIRIM vasiyetnamesinde; Aziz Nur vegönüldaş Zehra grubu tabirini kullanıyor. Ey her şeyiyle mükemmel olan arkadaşlarım dememiş, gönüldaş demiş, temkinli cümle kullanmış. Buradan şu dersi çıkarmak lazım, şu anda nur cemaatleri içerisinde Said Nursi’nin misyonuna en yakın cemaat Zehra Cemaati’dir denilebilir. Nitekim 1994 yılında Arabistan’da yayımlanan “20. yüzyılda Türkiye’de kültürel değişimler” konulu 518 sahifelik doktora tezinde; Nur cemaatlerine de yer verilmiş olup dört ana grubta toplanmış. Bu gruplar;
1)Fethullah Hoca, 2)Yeni Asya, 3)Meşveret grubu, 4)Zehra grubu şeklinde ele alınmış ve Said Nursi’nin misyonuna en yakın cemaat olarak Zehra cemaati gösterilmiş. Fakat ileride Zehra cemaati de Risale-i Nur’un çizgisinden saparsa cemaati değil Risale-i Nur’u dinlemek lazımdır.Hangi cemaatin mensupları, kendi cemaatine böyle bakabilir. (Bu yazıyı yazanın Zehra Cemaatine mensup biri olduğunu unutmayalım)
Üstad ile ağabeyin sözü çatıştığı zaman ağabeyi değil üstadı dinlemek lazım, Üstad ile peygamberin sözü çatışırsa peygamberi dinlemek lazım, Peygamber ve Allah’ın sözü çatışırsa Allah’ı dinlemek lazım.
Allah bile, iyiyi kötüyü seçme hususunda cüz’i ihtiyarımızı serbest bırakmışken istediğinizi seçmekte hürsün derken, insanlar nedendir ki kişilerin fikirlerini inhisar altına alırlar? hür düşünmelerine engel olurlar.
Bazı hocalar da, biz öyle değiliz, biz işlerimizi meşveretle yaparız deyip kendilerini bu şekilde kamufle ederler. Meşveret göstermelik olur, hoca kendi fikrini dikte eder, yine kendi dediği olur. İşte eski Said’i okumanın kazandırdığı bakış açısı….
Eski Said’in eserleri; “ Nutuk, Rumuz, Muhakemat, Hutbe i Şamiye, Münazarat, Divan ı Harbi Örfi, Devaü’ül Ye’s, Hutuvat ı Sitte, Hakikat çekirdekleri, Sünuhat, İşarat, Tuluat, Şuaat, Lemaat, Makaleler, Nokta, Mesnevi i Nuriye,İşarat ül İ’caz, Kızıl İcaz, Taallikat gibi eserlerdir. Ancak şuan okunanlar başka bir deyişle okunmasına müsaade edilenler; Mesnevi,Hutbe i Şamiye,İşarat ül İ’caz,(münafıklar risalesi konulmamış şekliyle) münazarat kısmen, divanı harbi Örf i kırpılarak…., bazıları da hiç okunmamaktadır. Niçin okunmuyor diye sormazlar mı? adama…
Nesil yayınlarının Risale i Nur külliyatı alana “Eski Eserler” kitabını hediye ediyoruz kampanyası beni sevindirmişti. İçeriğine baktım sevincim kursağımda kaldı…Zülfiyare dokunan, kemale, sisteme, rejime,zorbalara dokunan eserler ve parçalar alınmamış.
Hele Abdullah AYMAZ’ın Münazarat’ı şerh ederken, “dine zarar olmasın, ne olursa olsun”
sualinden başlaması bizi şöyle bir düşünceye sevk ediyor; yayınladığınız zaten bir iki parça eserdir onu da yüzünüze gözünüze bulaştırdınız. Unutmayınız ki artık milleti aldatamazsınız. Çünkü bu millet artık okuyor, millet uyanmış muğalata ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telakki edilen hayalin ömrü kısadır. Feveranı efkarı umumi ile o tesvilat ve muğalatat dağıtılacak hakikat meydana çıkacaktır.(****)
Yine eski Said den bir mesele daha… Said Nursi Hz. “maarif ve ittihad-ı Ekrad” adında bir gazeteyi çıkarmak için ilgili mercilere baş vurmuş. Neden? Kürtlerin birliği ile alakalı bir gazete çıkarmak istemiş. Tabi sağcı kafalar ve nurcular bu ve bunun gibi daha çok meseleleri saklamışlar,Kürtlerin yakası bir araya gelmesin ve Kürtlerde milli bilinç oluşmasın. Fakat Allah o Allahtır ki hakikatleri ortaya çıkarıyor. Şimdi İnternet sitelerinde dolaşıyor bu belge…
İsim vermek aslında hoş değil ama ne yapasın ki, bazı insanların aldanmamaları için şart diye düşünüyorum. Mesela Ahmet AKGÜNDÜZ ve İbrahim CANAN’ın bundan onbeş yirmi yıl önce Kürtlerde zihinsel bölünme fikirlerinin güçlendiği bir dönemde; “Bediüzzamanın doğu meselerine çözümleri” diye kitap basmaları ve Zaman gazetesinde yazı dizilerine başlamaları onların samimi olmadıklarının açık bir delilidir.
Bugüne kadar neredeydiniz? demezler mi adama…. Sizin üstad dediğiniz Said Nursi demiyor mu? “vatan için, millet için, devlet için fert feda edilmez, edilirse zulüm olur”. Bütün ülkeler bu zalim kaideyi kullanarak nice masum insanların canına kıymışlar ve nice ocaklar yakmışlar ve vatan için yaptık diyerek kendilerini kurtarmışlar, bari biz Müslümanlar yapmayalım. Padişah Abdulhamit’in dinin muhafazası için devleti güçlendirelim anlayışı dini kuralları devletin bekası için kullanmağa kapı açacağından doğru değildir. Sultan Fatih’in devletin bekası için 4 yaşındaki kardeşi şehzade Ahmed’i öldürtmesi ve kanunname çıkarması ve çoğu Müslümanların bunu doğru kabul etmeleri hatta Şeyh Said ve 1938 deki katliamlarda v.b. devletin yanında yer almaları devletlerini savunmaları zulme rızadır. Zulme rıza zulümdür ahiretini mahfetmektir. İşte Eski Said’i okumamanın sonucu…. Yoksa siz, ayeti kerimenin değimiyle “Dinin bir kısmını kabul bir kısmını ret mi? Ediyorsunuz.” Yani ey nurcular! sizler Üstadın bir kısmını kabul bir kısmını ret mi? Ediyorsunuz” din sadece iman değil ki, dinin sosyal ve siyasal yönleri de vardır ve itikadımızın ve istikametimizin doğru olması açısından mutlaka önemlidir.
Yani biz nurcular iman derslerimizi Üstadımızdan alıyorsak, içtimai ve siyasi derslerimizi de Üstadımızdan almalıyız. Aksi takdirde içtimai derslerimizi Süleyman Demirel’den, günlük gazetelerden, televizyonlardan, biraz dindar fakat makama düşkün siyasetçilerden, piyasadaki seviyesiz konuşmalardan alacağız. Bu da bizi bir takım fikri saplantılara ve sapmalara ve muhafazasını çok istediğimiz imanımızın sarsılmasına ve zayıflamasına neden olacaktır.
Ben, Türkiye’deki cemaatlerin yüzde doksanının –Nurcular dahil- sağcı bir kafayla düşündüklerine inanıyorum.
Sunuhat adlı eserinde; “hacc’ın ve ondaki hikmetin ihmali musibeti değil gadap ve kahrı celbetti. Cezasıda keffaretü’z zünüp değil kessaretü’z zünüp oldu.
Üstad namaz oruç zekat ihmalleri için keffaretü’z zünüp(günahların silinmesine) derken niçin? hacc için kessaretü’z zünüp(günahların daha da çoğalmasına neden oldu) diyor.
Evet hacc’ın siyasal hikmetlerinden birisini ben söyleyeyim. Hacc büyük bir kongredir. Alem i İslamın her tarafından gelen müslümanların bir araya gelip dertlerini anlatacakları,çözüm üretecekleri bir kongre…. Yapılıyor mu? Hayır. Öyle olunca da; “ işte Hind, düşman zannederek pederini öldürmüş, başında oturmuş ağlıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, “ Ba’de harabi’l Basra anlıyor.” İşte Arap….. , İşte Afrika…… İşte Alem i İslam……. İşte… işte… işte….(Tamamı İ.Dersler 269,270)
Şimdi anlaşıldı mı? Eski Said’i niçin okuduğumuz…. Bu tür felaketlerin başımıza gelmemesi için Müslümanların bu eserleri mutlaka okumaları gerekir. Şunun da bilinmesinde fayda var, topluma müteallik bir sünnet bazen şahsi farzlardan daha ehemmiyetlidir. (Lem’alar)
Said Nursi hazretlerinin büyük bir halk kitlesi arkasında olduğu halde Beyazıt’ tan Sultan Ahmed’e kadar “zalimler için yaşasın cehennem” diyerek yürümesini, meydanlarda kalabalık kitlelere haykırdığı nutukları bile eleştiren ve “Müslüman dediğin sokaklarda nara atarak yürür mü? Anlayışında olan ehlileştirilmiş bir sürü Müslüman vardır. Güya Bediüzzaman haşa medeniyetsizdir(!), onun bu yönünü almak zorunda değiliz.
Emekli bazı generallerin, araştırmacıların ve hocaların; “biz, Kürt dilini, geleneklerini yasaklamakla yanlış yaptık” demeleri ve doğuya gönderilecek memurların Kürtçe’yi bilmeleri gerektiği, vesaire…. Vesaire……
deyip günah çıkarıyorlar. Günaydın……!
Eski Said yaklaşık yüz yıl önce bu hakikatleri devrin idarecilerine söylemiş ve kitaplarında neşretmiş. Lütfen yüzyıl kelimesini okuyup geçmeyelim, üzerinde biraz düşünelim… Demek eserlerini okumadığımız Said Nursi, milletin fikir seviyesinin yüzyıl ilerisinde… Böyle bir adamın eserleri okunmaz mı?
Müslüman kardeşlerimize ait öğrenci yurdunda sohbet dinlemeğe gitmiştik, dersi anlatan şahıs dedi ki; “Said Nursi Van’ da kurmak istediği üniversitede üç dilden eğitim vermek istiyordu. Arabi farz, Türkçe vacip, Fars’ça caiz diyordu.” Ben dedim; “Said Nursi hazretleri öyle demiyor.” İçtima i Dersler kitabının 141. Sahifesine bakmasını söyledim.
Burada değineceğim önemli husus şudur: Eğer ben okumamış olsaydım aldanacaktım.
Sizlerinde aldanmaması için mutlaka okumalısınız.
Hakkı batıldan, iman mesleğini nifak mesleğinden tefrik, ancak ilim ve nazar ile olur.
Üstad Arabi vacip derken vatandaş farz yaptı, Türkçe’ye lazım derken o vacip yaptı, Kürtçe’ye caiz derken o Farsça dedi. Sanki kürt ve kürtçe demek harammış gibi hiç değinmedi. Said Nursi Kürtçe derken sen neden? Farsça diyorsun, sorusuna karşılık, zaten Kürtçe; Arapça, Farsça ve Türkçe’den müteşekkil bir dildir dedi. Ben dedim; Said Nursi hazretleri senden daha iyi bilir, lütfen onu insanlara doğru tanıtınız.
Önemli Not: Eski Said’in eserlerini elbetteki okuyacağız, ancak yeni Said’in eserlerini daha çok okuyacağız. Çünkü Kur’anın en çok bahsettiği iman hakikatlerinin bahsi, yeni Said’in eserlerinde tafsilatlı şekilde geçmektedir. Toplumsal ve siyasal meseleler cezp edici olduğu için, imana dair meselelerin incelenmesi gölgede kalabilir,az okunabilir tehlikesini düşünerek öyle hareket etmemiz gerekir.
Ne kadar iman o kadar İslam.
Suad-i KARAKOÇANi
* Müdafalar (s. 10)
** Emirdağ L.(ıı) sahife 361
*** Yeni Asya yayınları Tarihçe-i Hayat(s. 66), Zehra Neşriyat(77),
Sözler Neşriyat(72),Envar Neşriyat(76), Şahdamar Yayınları(73).
**** (***) paragrafın devamıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder