Pages

Qereqoçani

Qereqoçani
Qereqoçani

Bediüzzaman Said NURSİ'nin Uhuvvet(Kardeşlik) çağrısı.(2) Bu çağrıya değil sadece Türkiye, bütün İslam alemi kulak vermelidir. -devam edecek-

31 Ocak 2014 Cuma

ÜÇÜNCÜ VECİH: Adalet-i mahzayı ifade eden
 11  sırrına göre, bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair masum sıfatlarını mahkum etmek hükmünde olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu; ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adavetini teşmil etmek,  2 siga-i mübalâğa ile gayet azim bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun, "Benim hakkım var" dersin?
Hakikat nazarında sebeb-i adavet ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in’ikas etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikas etmek, şe’nidir. Ve ondandır ki, "Dostun dostu dosttur"  3sözü durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir" sözü umumun lisanında gezer.
İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın sevimli, masum bir kardeşine ve taallûkatına adavet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikat-bîn isen anlarsın.
DÖRDÜNCÜ VECİH: Hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür. Şu Dördüncü Vechin esası olarak birkaç düsturu dinle:
Birincisi: Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.
1
sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.
İkinci Düstur: Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti halis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülâmel yapar.
Üçüncü Düstur: Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır. Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder, sana dost olur...
2  hükmünce, mü’minin şe’ni, kerim olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leim bile olsa, iman cihetinde kerimdir. Evet, fena bir adama "İyisin, iyisin" desen iyileşmesi ve iyi adama "Fenasın, fenasın" desen fenalaşması çok vuku bulur. Öyle ise,
   

 Dördüncü Düstur: Ehl-i kin ve adavet, hem nefsine, hem mü’min kardeşine, hem rahmet-i ilâhiyeye zulmeder, 
tecavüz eder. Çünkü, kin ve adavet ile nefsini bir azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adavet hasedden gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fanidir, muvakkattir. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i ilâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Adeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.
Acaba bir gün adavete değmeyen bir şeye bir sene kin ve adavetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar? Halbuki, mü’min kardeşinden sana gelen bir fenalığı bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin. Çünkü, evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. Saniyen, nefs ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlûp olduğundan, acımak ve nedamet edeceğini beklemek.Salisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlûp edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa, sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiyatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fani, zail, muvakkat, ehemmiyetsiz umur-u dünyeviyeye, güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırs ile ve daimî bir kinle, mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek, siga-i mübalâğa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.
İşte, hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adavete ve fikr-i intikama, eğer şahsını seversen yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmişse, onun sözünü dinleme. Bak, hakikat-bîn olan Hafız-ı Şirazî’yi dinle:   






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Risale Haber

Most Reading

Tags

Sidebar One